Wednesday, May 30, 2012

Lutfen anneme iyi bak

"Annen kaybolali bir hafta oldu" diye basliyor.
Daha ilk cumleden vuruyor, oylece kalakaliyorsunuz annenizin kaybolmasi dusuncesi ile basbasa. Sirf bu giris cumlesi sebebiyle kaybolan annenin endisesi sariveriyor, endise, merak, umut-umutsuzluk gel gitleri ile okuyorsunuz her satiri. Yasanan caresizligi iliklerinize kadar hissediyorsunuz.

Uzun zamandir merak ettigim ama ancak elime yeni gectigi icin yeni okuyabildigim bu kitap kesinlikle beklemelerime degmis! Yazarin olaylari ve icsel hesaplasmalari aile bireylerinin kendi agizlarindan tek tek anlatmis olmasi kitabin ilgincligini ve okunabilirligini daha da arttiriyor. Yazar zoru basarip boyle hassas bir konuyu hicbir yone cekistirmeden salt ciplakligi ile anlatmis. Bir annenin hayati boyunca cocuklari icin yaptigi fedakarliklari duygu somurusu yapmadan, “bak ben sacimi supurge ettim” mantigindan ve basa kakma hissiyatindan kacinarak en yalin haliyle vermis. Aile bireylerinin kendi kendileriyle hesaplasmalari ise insani ister istemez kendi ic hesaplasmalarina surukluyor, insan elde olmadan kendi “yaptiklarini” ya da “yapmadiklarini” sorguluyor. 
Ek olarak bizim gibi Kore dizisi ve dolayisiyla Kore kulturu duskunleri icin okumasi daha da zevkli bir kitap, zira kitabi okurken tanidik bildik kavramlari gormek insanin hosuna gidiyor.

Aslinda anneler gunu yazisi ile birlestirip yazmayi planlamistim ama yaziyi yetistiremedigimden ancak bu gune kaldi. Sonuc olarak kesinlikle okunmali listesine ekliyor ve siddetle tavsiye ediyorum, pisman olmazsiniz.

Ve kitap neye benziyor derseniz, alti cizili cumlelerden sadece birkaci…

...Annenin en son goruldugu yerde dikilirken, yanindan gecen bir suru insan omuzlarina surtunuyor. Saatine bakiyorsun. Saat ogleden sonra uc. Yani, annenin kayboldugu saat. Annenin, babanin yanindan insan seline kapilip suruklendigi platformda oylece dururken, insanlar sana carpa carpa yanindan geciyorlar. Insanlar annene de aynen bu sekilde carpmis ve onu saskina dondurmus olmali...

...Gecen sonbahara degin anneni cok iyi tanidigini saniyordun. Onun nelerden hoslandigini, kizdigi zaman onu sakinlestirmek icin ne yapman gerektigini, ne duymak istedigini bildigini dusunuyordun. Ama gecen sonbahar, onun hakkinda bildigini sandigin hersey darmadagin oldu. Ona supriz bir ziyaret yapmak istedin. Eve gittiginde, anne sana bir misafir gibi davrandi. Sen kendini o evde bir yabanci gibi hissetmistin...

...Hyong-col cebinden bir sigara cikarip dudaklarinin arasina koyuyor. Ne zaman oldugunu tam olarak bilemese de hayatinin bir noktasinda hisleri artik sadece ona ait olmaktan cikmisti. Annesini dusunmeden hayati yasamaya baslamisti. Annem babamla trene binmeyi basaramayip da bilmedigi bir istasyonda yapayalniz kaldiginda ben neredeydim ? O sirada ne yapiyordum ? Basini onune egiyor. Annesi kaybolmadan bir gece once is arkadaslariyla birlikte icmeye gitmisti...

...Eczaci onu alti gun once gordugunu soyluyor. Binanin ucuncu katinda oturdugunu, safak soker sokmez eczanenin kepenklerini acmak icin asagiya indigini ve yan tarafta, cop bidonlarinin yaninda uyuyan yasli bir kadin gordugunu anlatiyor. Kadinin ayaginda mavi plastik sandaletler oldugunu soyluyor. Kadinin saatlerce yurumus olabilecegini, cunku bir ayaginda derin bir yara oldugunu, neredeyse kemiginin gorundugunu anlatiyor. Kadinin ayagindaki yaranin feci bir bicimde iltihaplandigini ve onun icin yapilacak fazla birsey kalmadigini sozlerine ekliyor...

...Seul Istasyonu’ndaki platformda onu gozden kaybetmeden once sadece cocuklarinin annesiydi. Tipki derinlere kok salmis, sebatkar ve kesilmedigi yada koklerinden sokulmedigi surece asla yerinden kimildamayacak bir agac gibiydi. Daha dogrusu, onu bir daha gorememe ihtimali belirinceye kadar boyle dusunuyordun. Cocuklarinin annesi kaybolduktan sonra, kaybolan kisinin karin oldugunu farkettin. Elli senedir unuttugun karin ansizin yuregine kok salmisti...

Thursday, May 24, 2012

Hola Amigos!



Dunya hakikaten yuvarlakmis, test ettik onayladik! 
Pazartesi gunu ucmaya baslayip, 24 saat ucup, carsamba gunu varmamizi baska birsey aciklayamaz herhalde :)


Evet dogru bildiniz yeniden yollardaydik biz geldik :)

Taco ve tortilla yemeye doyamadik, kilolarimiza kilo kattik...
Bol bol cerveza ve guacamole keyfi yaptik...
Mayalarin dunyasina daldik, 2012 dunyanin sonu degilmis onu ogrendik...
Karayip korsani olduk...
Kendimizi okyanus dalgalarina dovdurduk...
Turkuaz rengine bakmaya doyamadik... 

Dolu dolu bir gezi ve harika anilarla geri donduk.
Halbuki henuz Vietnam gezisini anlatmayi bitirememistim, bir onu bir bunu yazarim artik :)


Kocakisisine dip not: tesekkurler tam 12 yil once bugun elimi tutup bir daha da hic birakmadigin icin, iyi ki varsin!

Sunday, May 6, 2012

Vietnam gezi notlari - Hanoi

Geziye gitmek iyi de donuste is, guc, kosturmacasi bitmiyor. Eh haliyle de fotograflari duzenleyip gezi yazisi yazmak zaman aliyor. Neyse 5 gunluk gezinin 2 gununu toparlayabildim simdilik, buyrunuz bakalim biz gezentilerin dunyasina...


Bir onceki Vietnam ziyaretimizde vizeydi falan filan ugrasinca yok bir daha gitmeyelim Vietnam'a bu son demistik ama bizim sagimiz solumuz belli olmuyor iste :)) Saygon gezimizden cok memnun kalisimiz, Vietnam insaninin guzelligi ve Ha Long Bay'i (Ha Long korfezi) gorme fikri aklimizi yeniden celdi dustuk yine yollara. Gezinin ilk ve son gununu Vietnam'in baskenti Hanoi'de gecirdik, aradaki diger zaman diliminde ise Halong Bay'de idik. Ama ben once Hanoi kismini sonra da Halong Bay kismini topluca anlatmaya kara verdim sasirmayiniz :))

Singapur'dan 3 saati askin bir ucus ile Hanoi'ye ogleden sonra vardik. Bu arada ucus suresinin uzun olmasi bizi bir miktar sasirtti hani, o vesileyle haritayi daha bir detayli inceleyince Hanoi'nin Cin sinirina ne kadar yakin oldugunu ve tepeye tirmandigimizi gorduk. Sonrasinda da farkettik ki Cinlilerin ve Cin kulturunun etkisi oldukca baskin bu bolgede.
Ogleden sonra vardigimiz icin en kisa surede ve en yakin mesafede gorecegimiz yerleri gorelim istedik ilk gun. Otelimizin "Old Quarter" a (sehrin eski merkezi) yakin olmasi dolayisi ile ilk etapta gorulmesi gereken Old Quarter'da ki eski mahalleleri, pazarlari ve en onemlisi "Hoan Kiem" golunu gezebildik rahatca.



Hoan Kiem golu "Lake of Restored Sword" yani "Iade edilen kilic golu" anlamina geliyormus (o ne demekse! benim tercumem bu kadar oldu iste). Efsaneye gore kral bircok onemli savasi kazandigi buyulu kilicini goldeki altin kaplumbagaya iade etmis de gol ismini oradan almis. Kaplumbaganin hikmeti neymis, kilici kral neden ona iade etmis onceden ondan mi almis bilemiyorum. Su sebepten ki bu efsanenin anlatildigi yer gole gordugunuz kopru ile bagli tapinak-muze karisimi bir yer. Tapinagin orta yerinde yaklasik bir yemek masasi buyuklugunde bir kaplumbaga olusu mumyalanmis duruyor. Dolayisi ile kokuya fazlaca dayanamadigim icin iceride dolanip hikayenin detaylarini da okuyamadim :)))










Tapinagin ic kisimlarindan cok dis bahcesi ve cevredeki insanlar ilgi cekici geldi bana. Ozellikle tapinagin bahcesinde oturmus (oturduklari minicik taburelere dikkat!) Cin tavlasi oynayan yaslilar dikkat cekiciydi.



Bir sure onlari izleyip - fotograflayip ayrildik onlardan. Ama keske Cin tavlasi (ya da dama si) bilseydim de anlayarak izleyebilseydim diye gecirdim icimden. Hazir uzak doguya gelmis ve bunca yasamisken su tur seyleri ogrenmemis olmak uzuyor beni : ( Ancak herseye de vakit yetmiyor ne yazik ki.




Tapinak turunu bitirince golun cevresini turlamaya devam ettik. Zaten aksam ustu ve hava serin olunca tum Vietnamlilar kendilerini atmislar sokaga. Ozellikle golun etrafi park gibi bir alan oldugu icin kimi cocuklarini gezdiriyor, kimi oturmus guzel havanin tadini cikariyor, kimi de spor yapiyordu. Sunu da soylemeden gecmeyeyim, kosanlarin veya tempolu yuruyen erkeklerin cogunun nedense tisortleri yukari siyrilmis ve gobekleri acikti. Nedir nedendir hicbir fikrimiz yok, aliskanlik veya adet olsa gerek :))) Lakin ortalik 6 parca, 8 parcalardan gecilmiyordu zannetmeyin, goruntu hic hos degildi :))

Bu asagidaki agacin da ne agaci oldugunu cok merak ettim. Parkin bir kosesinde buyumus kendi halinde, dallarindan sarkan meyvalari oldukca ilgincti...


Dikkatimizi ceken bir diger sey daha... Sehrin cogu yerinde sokaklarda, dukkanlarin onunde bu eski usul kafeslerin icinde kuslar doluydu. Rengarenk, degisik degisik kuslar. Sebep nedir cozemedik, umarim yemek icin degildir.


Ve golun bir diger ucundaki Tortoise tower yani kaplumbaga kulesi. Bizdeki kiz kulesinin cakmasi sanirim :)) Ama ulasim yoktu, karsidan baktik sadece.



Bir Vietnam klasigi; arabadan cok motorsiklet dolu trafik...


Ve bir diger Vietnam klasigi daha; "Street Food" yani sokak yemegi ve saticilari.
Hani bu blogu ve bizim uzak dogu maceralarimizi biraz okuyan cogu kisi bilir buraya geldigimizden beri ne kadar degistigimizi, yiyecek konusundaki toleransimizin ne kadar arttigini ve yeme-icme, hijyen konusunda eskisi kadar herseyi vidilamayip ne bulursak yedigimizi :))) Ancak bizim de sinirlarimiz var tabii :) 

Bu sokak yemekleri ve sokak saticilari tam anlamiyla bir felaket! 
Yemeklerin hazirlanis tarzi, temizlik unsurlari, yenilen yemekler ve yemegin yenilis tarzi... Hepsi tam anlamiyla bir felaket. 
Soyle ki yemekler adinin hakkini tamamiyla veriyor, bildigin sokak yemegi - ya da bilmedigin cunku bizdeki sokak saticilari ve yemekleri bunlara kiyasla luks lokanta. Neredeyse her sokagin kaldiriminda dizi diziler. Bir cogunda oturmak icin dogru duzgun yer yok bile, en fazla o tapinakta amcalarin oturdugu kucuk taburelerden var. Insanlar yiyeceklerini, tabaklarini yerlere koyup comelerek yiyorlar. Bizde boyle birseyi ancak gariban evsizler, kimsesizler, dilenciler falan yapar burada ise gelenek bu. Yerlere koyuyorlar derken yemegi yapan kadinlar da herseyi yere koyuyor. Bizde yere yiyecek koymak gunahtir ya hani, yere dusmus en ufacik parcayi bile yerden yuksege birseyin ustune koyariz, en azinda yiyecekler bel hizasindan yukarida olur. Iste Vietnamlilarda boyle bir kaygi yok, hersey yerlerde, yerler pislik icinde...Kaplar kacaklar, tencereler icler acisi. 
En son yemek yapan teyzelerden birini sokakta yere koydugu suzgecin icinde yemek yenilen cubuklari yikarken gorunce insaf dedik, hani yikamak dedigime bakmayin sadece soguk sudan geciriyordu!! Yiyecekler ise isin bambaska yonu, etlerin cogu acikta oylece duruyor mesela. Hani buzdolabindan vazgectim ozerlerinde ucan ve konan sinek bocek sayisiz. Makarnalar veya uzakdogu ismiyle "noodle" lar ortalikta, yerlerde torbalarin icinde falan.

Asagida gordugunuz deniz urunleri yapan sokak restorani en iyi durumda hatta luks sayilabilecek olanlarindan biri!




Zaten mutfak falan yok ortalikta, bir tane kucuk gaz ocagini kapan gelmis yemek yapip satiyor. Hatta cogunlukla apartman araliklarinda bu sokak yemekcileri. Apartmanin icinden bir yerlerden hazirlayip hazirlayip getiriyorlar, buyuk ihtimalle kendi evlerinden falan. Apartman ici ve apartman araligi dedigim de asagida gordugunuz manzara...

Tamam insanlarin aliskanliklarina ve kulturune saygim sonsuz ama bunca pislik beni asar yani :)



Bir diger korkunc manzarayi da Halong yolculugumuz esnasinda gordum. Arabanin icinde oldugum icin cekemedim, zaten o sokla yanina gidip cekemezdim o ayri, ceksem de buraya koyamazdim. Koylu kadinlarin yol uzerinde actiklari tezgahlarda, ustu acik et satmalarina alisigiz hadi, buralarda o normal. Ama tezgahin uzerine kopegi oldugu gibi koymalari, derisi yuzulmemis, hicbir yeri ayrilmamis, oldugu gibi sokakta oldurup etini butunu kesip tezgaha koyup satmalari korkunctu! hatta korkunc otesi. Gordugum manzara sonrasi bir sure kendime gelemedim resmen, hani Vietnamlilarin kopek eti yediklerini biliyordum ama boylesine asikar ve igrenc bir sekilde satiliyor olmasi beni dehsete dusurdu.
Bu olay uzerine ilerleyen gunlerde kocakisisi ne zaman birinin elinde veya evin, dukkanin onunde kopek gorse havladiginda "sus ogle yemegi" demekten kendini alamadi :)

Bu gezi sirasinda ciddi ciddi vejetaryan olmak uzereydik yani :))) Ama olmadik o ayri :)

Restoranlarin bu durumu uzerine gidip oralarda yeme gibi bir ihtimalimiz yoktu tabii. Ancak dogru duzgun yemek yenilecek restoran da cok fazla yok ne yazik ki Hanoi de. Saygon da hic zorlanmamistik bu konuda, cogu yerde adam gibi restoranlar vardi, nedense bu sehirde cok fazla zorlandik adam gibi bir yer bulmak icin. Neyse aksamina turistik bir restoran bulup ozledigimiz Vietnam tadlarini denemeye koyulduk.
Ben ilk kez Saygon da tattigim ve tadi damagimda kalan "Pho" (fö diye okunuyor) corbasindan siparis ettim hemen. Ben ki corba sevmezdim kucukken... Ben ki suyun icinde yuzen makarnalari yiyecegim... Ben ki ilk zamanlar tadi cife benziyor diye dalga gectigimiz "corriander" (kisnis mis yeni ogrendim bunu da) a bayilacagim... Iste insan oglunun sagi solu belli olmuyor, zamanla herseye alisiyor :))




Neyse efendim aksam yemegimizi gol manzarasiyla yiyerekten gunu tamamladik. Sonrasinda da eski sokaklari, aksam pazarini gezerekten otelin yolunu tuttuk.
Ertesi gun sabah erkenden de Halong korfezine dogru yola koyulduk ama kopukluk olmasin diye ben bu kismi son gun yine Hanoi de gezdigimiz yerlerle birlestirip onu baska bir yaziya birakiyorum.

Son gun yaklasik yarim gunumuz kaldigi icin alel acele gezilmesi gereken, ilk gun gezemedigimiz yerleri gezelim istedik. Ilk istikamet Ho Chi Minh mozalesiydi. Mozaleyi karsidan goruverince insanin aklina hemen Anitkabir geliyor tabii, anitkabirden oldukca kucuk yalniz. 
Iceri girmek icin bin dereden su getiriyor Vietnamlilar sagolsun. Birde ustune milli bayrammiydi neydi ortalik bir suru ogrenci ve yasli kayniyordu - zaten bize denk gelmese sasardim ya. Bir suru kuyruk ve cevredeki gorevlilerin hot-zot etmesi sonucunda mozaleye girip Ho Chi Minh'in mumyasini gormeyi basardik. Oyle mezar falan degil bildigin cesedi mumyalayip koymuslar camekanin icine. Cok fazla birsey yoktu gorulecek, birde herkesi ip gibi dizmeleri, iceride kocakisisi ile fisildastik diye bizi susturmalari, fotograf makinasina el koymalari (sanki cok cekilecek birsey var da!) beni gicik etti acikcasi. Ama yine de gormemis olmadik iste :)


Sonrasinda mozalenin bahcesiyle baglantili olan baskanlik konutunu, Ho Chi Minh'in savas yillarinda kaldigi evini ve bahcesini gezdik biraz.



En cok bu eski usul ev hosuma gitti benim.




Oradan cikista ayni komplekse baglantili olan "One Pillar Pagoda" yi yani tek bacakli pagodayi (tapinagimsi birsey) gezdik hizlica. Burayi eski zamanlarin krallarindan biri yeni dogacak bebegini ruyasinda gorunce (sanirim mujdeyi budha vermis) yaptirmis.





Kompleksin son yapisi Ho Chi Minh muzesiydi. Muzenin bir kismini Vietnam'in tarihi ve Ho Chi Minh e ayirirken bir kismini da komunizme ayirmislardi.



Eski usul bir cek-cek, aslinda yenileri de pek farkli degil sadece onde bir bisiklet var.


Bu oturma grubu Ho Chi Minh ve digerlerinin savas yillarinda bol bol kullandigi ve toplanti yaptigi oturma grubuymus.


Mozale ve diger binalari gezdikten sonra cok fazla zamanimiz kalmadigini (ucaga yetismek icin) farkedip en yakindaki bir yeri daha gezip donmeye karar verdik.
Yol uzerinde su elektrik diregini gorunce fotografini cekmeden edemedim :))


Hemen "Temple of Literature" e yani edebiyat tapinagina dogru yola koyulduk. Aslinda bu tapinagi Vietnamlilar "Konficyusun Evi" diye adlandiriyorlar.

Konficyusun evine varinca kalabaligin giderek arttigini, ortalikta cogu ogrenci olmak uzere insanlarin ozel Vietnam kiyafetleri giyerek birseyin kutlamasini yaptiklarini farkedince kesin bir bayrama denk geldigimize kanaat getirdik. Ya genclik ve cocuk bayramina, ya toplu mezuniyete ya da okuma senligine falan denk geldigimizi dusunuyoruz :)) Zira sonradan sorduk bayram da degilmis, ne vardi cozemedik yani.


Bu cocuk neyin nesiydi de kizlar boyle atladi, unlumuydu bilemedik :))



En cok hosuma giden her yere yerlestirilmis cicek suslemeleriydi...







Tapinagin en ic kismindaki odada Konficyus amcayi da gordukten sonra gezimizi noktalayip ayrildik oradan.


Acikcasi Hanoi bekledigimizden daha siradan bir sehir cikti. Hanoi ile kiyaslandiginda kesinlikle Saygon cok cok daha iyiydi. Sanirim butun baskentler o ulkenin diger buyuk sehrinin golgesinde kaliyor (bkz: Ankara-Istanbul). Ayrica Saygon gezisi sirasinda tur rehberimiz de demisti her yonden Hanoi ile Saygon cok farkli diye. Belki yillarca ulkenin bolunmus olmasindan, belki Hanoi'nin Cin'e yakin olup kulturel olarak onlardan etkilenmesinden veya baska sebeplerden Saygon halki cok daha sicak kanli idi. Sonuc olarak diyecegim sudur ki Saygon da 3-4 gun gecirdik tadi damagimizda kaldi, Hanoi icin 2 gun yetti de artti bile. Tabii buna Halong Bay dahil degil :)

dipnot: Blogger'in bu yeni hali cok daha iyi olmamismi? en azindan fotograflarin boyutlarini daha rahat ayarlayabiliyorum simdi :)

Friday, May 4, 2012

Bir anime bir dizi

Hani eskiden bir yarisma vardi ya “bir kelime bir islem” diye, iste onun gibi oldu yahu bu baslik :) Ne gicik olurdum o yarismaya kendimi aptal gibi hissettirirdi ne kelimeleri dogrultabilirdim ne islemleri. Ben 2 kere 2 nin hesabini zar zor yaparken adamlar 10 tane alakasiz sayiyi birbiriyle toplar, cikarir, carpar ortaligi toz duman ederlerdi! Zannedersin ki herkes birer deha, birtek sen hatali gelmissin su dunyaya. Gelde kendini aptal hissetme, cocukluk yillarima vurulmus en buyuk darbe, bilincaltima kazinmis en yetersizlik dolu anlardan biridir! Ama isin asli oyle degilmis, buyuyunce sevindim tabii aptal olmadigim icin ve ekrandakilerin herbirinin birer deha olmadiklari gercegini de anladigim icin :) 

Gel gor ki cocuklugumdan beri degismeyen tek sey var su koca cenem! Ne anlaticaktim bak yine neler neler yazdim hala daha esas konuya gelemedim. Kucukken kuzenim hic susmadigim anlardan birinde “sen nefessiz konusmaya devam et ben senin yerine de nefes alirim arada” demisti, hic gitmez aklimdan :)))

Tamam tamam donuyorum esas konuya :) Burdan itibaren okuyacaklariniz aslinda 2011’in son aylarinda yazilmis ama bir turlu yayinlanamamis olan bir yazinin son rutuslari yapildiktan sonra daha okunur hale gelmisi…

*********

Anime seviyoruz ve hatta bayiliyoruz diyorum ama bir baksan blogumda anime ustune bir tek yazi yazmamisim!
Sebep?
Hic bilmiyorum :) 
Yok yok biliyorum aslinda, sanirim anime izlemeye kendimi kaptirinca onu bolup yazamiyorum, bitince de bitiyor iste. Birde anime dunyasina girmek, izlemek ayri sey, yazmak ayri sey! Sanki yazdigim zaman o keyfi ve animenin guzellgini anlatamayip haksizlik edecekmisim gibi hissediyorum.
Biliyorum acayibim :)



Seytanin bacagini kirmaya ve daha yeni bitirdigimiz animeyi yazmaya karar verdim. Yaz tatilinde kucuk kardes buradayken denk geldik bu animeye, gun asiri “hadi anime izleyelim ben sizinle hic anime izlemedim” diye aglasinca hadi dedik izleyelim. Ismi “Elfen Lied”, Turkcesini ne siz sorun ne ben soyleyeyim, simdi Turkcelestirmeye calisip katletmeyelim adi ustunde “anime” bu, her yani Japon adi niye Turkce olsun :)))  
Dedigim gibi kucuk kardes tutturunca oturduk izlemeye, hatta animeyi de kendisine sectirdik ama biz nerden bilelim bol miktarda sansur unsuru icerdigini. Japonlarin sansurluk animelere ve cizimlere duskunlugu bilmedigimz birsey degil aslinda ama daha once izledigimiz hicbir animede bu kadar asikar olanina denk gelmemistik, anime degil p.rno mubarek :))) (bende RTUK gibi sansurlu yaziyorum ki bir dolu sapik tek sozcuk sonucu solugu blogumda almasin)
Oturduk izlemeye derken, basbayagi ailecek! oturduk. Haydi bizim icin sorun yok da omrunde anime gormemis anne ile baba ile boyle seyler izlenirmi. Sor onlara cizgi film izledik derler :)) Hele hele g.tu basi acik karakterleri gorunce gozleri yuvalarindan oynadi :D Cizgi film dedigin cocuklar icindir, onda da kuslar bocukler olur! degilmi :)))) Daha ilk sahneler ciplak bir ablayla baslayinca ve babam “ana o ne oyle, noluyor orda” seklinde replikler sarfetmeye baslayinca ailece anime izleme fikrinin ne kadar yanlis bir karar oldugunu gorduk :D Baktik bu is boyle olmayacak, bu anime bizimkileri asacak biraktik ilk bolumden sonra.

Yaz telasesi, bizimkilerin gidis gelisleri falan derken unuttuk tabii. Sonraki aylarda kocakisisi ile ne izlesek, onu mu izlesek, bunu mu izlesek derken aklimiza geldi bu anime ve yeniden izlemeye aldik. Geleneksel olarak bir bolum bir bolum daha, ay gec oldu ama hadi bir bolum daha atalim seklinde kisa surede bitirdik zaten koskoca animeyi :) Koskoca derken yuzlerce bolum degil tabii digerleri gibi (Bkz:Bleach)
Bunca konustum bir turlu icerigi hakkinda bilgi vermedim degil mi ;) Bir cesit virus ile dunyaya gelen ve insan gibi gorunup aslinda insanlardan farkli ozellikleri olan cocuklarin hikayesini anlatiyor bu anime. Off dedim ama ben basta anlatamiyorum diye :D Bu ne bicim cumle, bu nasil bir aciklama, ben okusam hayatta izlemem su animeyi :)) Bak ziyan ettim resmen tek seferde :))

Ana karakter Lucy daha baslangicta endamini gosteren ciplak karakter :) Ancak oyle ciplaklik falan goze batmiyor hic, aksine hikaye orgusunu anlamaya odaklaniyorsunuz izlerken.

Lucy ile Nyuu arasinda gidip geldikce acaba hafizasini mi kaybetti yoksa numara mi yapiyor diye dusunuyorsunuz birkac bolum surekli.
Iki karakter arasindaki gecis ve hikayenin orgusu oldukca surukleyici dedigim gibi.
Birde Lucy'nin karanlik ve tekin olmayan halleri pek bir "cool" gorundu bana :)) Sirf goz sekillerinin farkli cizilmesi ile bile nasil bir anda birkac yas birden buyuyor bu karakterler inanilmaz :) Sanirim anime izlerken ergenlik yillarima donuyorum :))


Dedigim gibi Lucy ile Nyuu arasindaki gecisler etkileyici. Bir yandan Lucy'nin icinden cikan seyi cozmeye calisirken oteki yandan kucuk kedi yavrusu gibi Nyuu ya inanilmaz bir sempati besliyor insan izlerken :)










Her ne kadar icerikle ilgili bilgi verme konusunda pek basarili olamasam da eger bir anime severseniz mutlaka izleyin derim, sakin kacirmayin. Valla izleyin bak ya cok guzel ;)

Gelelim dizi kismina, soz bunu adam gibi anlaticam batirmayacagim :))) Bol miktarda Kore dizisi izleyip birde surekli olarak onlari aman soyle guzel aman boyle guzel diye anlattigim icin ilk etapta bunu da Kore dizisi sanabilirsiniz, ama degil! Kore dizilerinden yorgun dustugumuz bir anda (bir tanesi bizi cok feci yordu, bak hala daha yazmadim onu) arkadaslardan birinin bahsettigi bu Japon dizisini gordum surekli dizi izledigimiz sitede. Her ne kadar ismi “Liar Game” olsa da super bir Japon dizisiydi :) 


Liar Game adindan da anlasilacagi gibi bir yalan oyunu. Dizi ilk basladiginda karakterler, cekimler, kiyafetler falan oldukca sacma ve anlamsiz gelse de biraz dayanin derim. Ilk dakikalarda ana karakterlerden biri olan kiz (Nao-chan) aptallik otesi safligiyla insani cildirtsa, sac bas yoldursa da acaba sonra ne olacak diye dusunmekten kendinizi alamiyorsunuz izlerken. Dizi genel olarak "Yalan Oyunu" na dahil olan insanlari ve bir digerinin elindeki parayi alabilmek icin insanlarin neler yapabilecegini gozler onune seriyor. Bazi bolumlerde agzinizdan dokulen hayret nidalarini tutamiyorsunuz. Bazi bolumlerde ise olanlara sinirden oldugunuz yerde tepiniyorsunuz :)) 
Hesap kitaplar, entrikalar, insanlarin para icin yapmayacagi sey yok duygusu sarip goturuyor. Diziyi izlerken bir yandan da yazarin (ki bildigim kadariyla bu dizi manga imis daha once) dehasina hayran kaliyorsunuz. Liar Game'in birinci bolumu yetmiyor ikinci bolumu de bir cirpida bitiriyor insan. Finale geldiginde film ile karsi karsiya kaliyor. Guzel bir final filmi ile noktalamislar.




Uzak dogu dizilerine, filmlerine duskunseniz sakin kacirmayin derim. Pisman olmazsiniz ;)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails